21 Ağustos 2012 Salı

Gün Doğumu...





Hayatı hep film tadında algıladığımdan mı filmleri çok sevdim yoksa filmleri çok sevdiğim için mi hayatı hep bir film gibi algıladım hiç bilmiyorum. Çocukluk anılarım hep kesik kesik sahnelerden oluşuyor. Tamam bir çoğumuzda öyledir ama benimki minik minik kesitler, bir fragmanda yer alan kesitler gibi. Dedemle yediğimiz çubuk kraker, üstünden atladığım duvara takılıp surat üstü yere çakılmam, babaanemin aldığı minik tulumba tatlılarını sahilde büyük bir keyifle yemem, kimlikte anne olarak adı geçen kişinin eşine ve çocuğuna ihanet ederken çocuğunu yani beni yanında sürüklemesi, o gece ki kavga ( sonrası boşanma ), üvey anne devri falan filan. Belirli bir yere kadar hep böyle anlık sekanslar.

Sanırım bundan ötürü hayatımın her döneminde çizgisel bir film gibi oldu umutlarım, beklentilerim. Başıma gelen en boktan şeylerde bile '' bu filmin esas adamı sensin, kazanmaman imkansız. Sadece senaryo biraz çetrefilli, dayan, mücadele et '' dedim. Bu da inanılmaz bir sabır ve umut deposu olmama yol açtı. İyi midir kötü müdür bilemem.

Hayatı böyle algılayınca ister istemez klişeleri de bekler olduk. O destansı, masalsı aşk gibi mesela. Evet nihayet yazımızı ana konusuna bağlayabildim :)

Başıma gelen olaylar konusunda ne kadar sabırlıysam, başıma gelmesini istediğim olaylar konusunda da o derece sabırsızdım. Neden hayatımın aşkı karşıma çıkmıyordu, neden axe sürdüğüm bir gün kucağında kitaplarla köşeden dönen bir güzelle çarpışmıyordum, neden dvd seçerken filmden konuya girip muhabbeti ilerletecek bir hatunla karşılaşamıyordum d&r'da ?

Bu mantıkla bayağı bir süre geçti, bir türlü o çıkmadı karşıma. Ben de umutsuzluğa bağlayıp işi fırlamalığa vurdum, hayatımı yaşadım. Arkadaşlarımızı everdik, nişanladık ya da ciddi ilişkilerini mühürledik. Gel zaman git zaman '' 30'a yaklaştık hacı, bu saatten sonra yaş bu iş '' moduna girdim neredeyse. Derken ...

Güzel şeyler hep tesadüfen olanlardır. Aylar öncesinden planlanmış bir arkadaş buluşması, piknik, konser şu bu yerine bir anda gerçekleşen spontan bir etkinlik size çok daha fazla keyif verir. Bana da  olan tam olarak bu idi işte.

Hayatımın en saçma döneminde en saçma kişisiyle başıma gelen bir olaydan sonra, beklenmedik bir anda beklenmedik bir kişi ile. 

Çukurun dibinde iken sesini duyup kaldırdım kafamı yukarı. altın sarısı saçlarının ışığı aydınlattı  o an içinde bulunduğum kapkaranlık yeri. Sesin çağırdı beni ışığa, gün ışığına. Rüzgar o cennet kokunu getirdi bana. Ayağa kalktım dizlerimde derman olmadığı halde. Korkarak bir adım attım. gel dedin, ikinci. üçüncü adım, korkma dedin. Adımlarım hızlanmaya başladı, birbirimiziniz artık seni kimse kıramayacak dedin, koşmaya başladım ben de. Çukurdan yukarı tırmandım. Gördüğüm en güzel gün doğumuna tanıklık ettim. Kırmızı mavi gökyüzünde güneş yerine saçların, ağaçların yerine gözlerinin yeşili vardı. Duyduğum en güzel şarkının yerine ise sesin, aldığım en derin nefes yerine bana bakan güzel yüzün vardı. Yine de korktum, hayatımda hiç bir zaman hiç bir şey bu kadar düzgün gitmedi, bunun ardına bir şey olabilir, yine üzecekler beni dedim. Sadece bana inan, güven dedin. Gözlerimi kapattım, boşluğa adımımı attım.

O adımın üzerinden neredeyse 8 yıl geçti. Çukurumdan kurtulalı, taze havayı ciğerlerime çekeli, gözlerimi açalı neredeyse 8 yıl. Tek kişi ayaklarıma dikenler batarak yürüdüğüm yollardan, kocaman bir aile ile yumuşacık çimenlerle kaplı bir çiçek bahçesine.

Bakıyorum da yine film gibi olmuş. Hayat arkadaşımı bulucam diye debelenirken bir sürü saçmalık yaşayıp, hiç beklemdiğin bir anda pat diye karşına çıkması. Kimisi kader diyor, ben ödül diyorum...